Quantcast
Channel: KAFKAOKUR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 344

Borges ve Görmek

$
0
0

Gözlerimi kapattım – gözlerimi açtım ve Alef’i gördüm.

borges

Görmek, yaşamımızı en çok kolaylaştıran ve de en karmaşık duyularımızdan. Görme eylemi “zihinlerimize yalnızca bu duyuya özgü olan renk ve ışık ideleri ile ışık ve renklerdeki çeşitlilikler, uzay, şekil ve harekete ilişkin çok farklı ideler iletilmesi” (Locke 2000, 196) ve bunun beyin tarafından algılanıp yorumlanmasıyla gerçekleşir. Görme duyusu sınırlı ve “önyargılara en açık duyumuzdur. Alışkanlık sonucu bir görünüşten diğer bir görünüş algılayabiliriz. Çoğu kez, sıklıkla duyumsadığımız şeylerde, yerleşik bir alışkanlıkla, ön yargı o kadar çabuk ve sürekli devreye girer ki duyumumuzun algısını yargımızla oluşturulmuş bir ide olarak ele alırız. Öyle ki, duyumla algıladığımız yalnızca diğerini ortaya çıkarmaya yarar ve pek dikkate de alınmaz. Çok erken yaşlarda edindiğimiz alışkanlıklar bizde önünde sonunda sıklıkla gözümüzden kaçacak eylemler yaratır. Günde kaç kez karanlığı algılamaksızın gözlerimizi kırpıyoruz dersiniz.”(Locke 2000, 198) Oysa Toplumsal zihin yapımızın aynası olan dil, bizlerin görme duyusunu nerdeyse düşünmek ve anlamakla özdeşleştirdiğini, görmenin bilmek için temel gereksinim olduğu düşüncesinin genel kanı halini aldığını ortaya koyuyor. Gündelik konuşmalarımızda da bilmek, gerçekleri algılamak; görme yetisiyle bağıntılı sözcüklerle açıklanır. Temel gerçeklik göze indirgenmiştir.

Anlam ve gerçeklik açısından “açık ve belirsiz” diye adlandırdıklarımız üzerinde derin düşünürsek bu adlandırmalarda da temel unsurun görme yetisiyle ilişkilendirildiği, sınırlandırıldığı görülür. Aydınlatmak, ışık tutmak, göstermek, berraklaştırmak kelimeleri bu örnekler arasında sayılabilir. Nitekim Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduğu sözlükte görmek kelimesinin;

1-Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek.

2-Anlamak, kavramak, sezmek” anlamları verdiği belirtilmiş.

Gerçekliğe, anlam’a anlam yükleyen görme duyusu değil, aksine görme duyusunu anlamlı hale getiren, gerçekliktir. Söz gelimi ışık kırılması sonucu oluşan yanılgılar ve perspektif deneyim olmaksızın yalnızca görme duyusunun rehberliğinde yanlış algılanabilecek olgulardır. Hakikatin gözle görülerek algılanabileceği yanılgısı yalnızca bize özgü değil, neredeyse evrensel bir yargı. En basit örneklerle açıklayacak olursak İngilizce’de “ i see” ifadesi çoğu kez “anlıyorum” anlamında kullanılır. Fransızca’da “je vois” “görüyorum, anlıyorum, biliyorum” anlamı da veriyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

O halde hakikat için görmek şart mı? Gözler görmek eylemi için yeterli mi? Görmeden anlamak mümkün değil mi ya da şöyle söyleyelim görmek; anlamak, temel gerçeğe ulaşmak mıdır? Bu yazımızda Borges’in eserleri ve yaşamı ışığında bu “görüş”e yaklaşımını, körlüğünün eserlerine yansımalarını incelemeye çalışacağız.


Madde ve İnsan

Ortaçağ insanı her şeyi anlamsızlaştırılmış bir soyutluğa taşıyıp sonunu getirdiğinde yerini bu kez bütün evrenini maddeler, nesneler üzerine kuran yeni bir insan biçimi doğmuştu: modern insan. Bütün evrenini görme yetisi üzerine kurmuş, “adsız yetke”(Fromm 1996 ,96) tarafından görsel imajlar ve sembollerle komuta edilen meta- fetişist insan, görme duyusuna hitap eden vitrinler, levhalar ve monitörler arasında sıkışıp kalarak kendi de bir madde halini almaya başlamıştır.

Bu nedenle insanın varoluşunu sorgulayan sanatçıların başvurduğu yöntemlerden biri de absürd ve alışılanın dışında olanı yansıtmak, nesnenin çizgilerini ve renklerini bulanıklaştırmak olmuştur. Kimi bunu insanı bir böcek olarak düşleyerek yaparken kimi resimlerinde ve filmlerinde asimetrik öğeler kullanarak yapmıştır. Modernleşmenin büyük hız kazandığı 1900’lü yılların ortasında en önemli eserlerini veren Borges de varoluşu kurcalayan sanatçılardandır.



Gölgeye ve Bulanıklığa Övgü
24 Ağustos 1899’da Buenos Aires’de dünyaya gelen Jorge Luis Borges edebiyata yön veren yazarlar arasında anılır. “Öykülerinde gerçekliğin çizgilerini ustaca belirsizleştirir.”(Woodall 1997,344) Görünen algılanan evrene kuşkuyla yaklaşarak okuyucuya hakikatin varlığını, görünenin kesinliğini sorgulatır. O sonsuza ve bitimsize inanır ve görme duyusu sonsuzu algılayabilecek yetide değildir.

Borges’in görme yetisini tam anlamıyla kaybettiği yıl her ne kadar 1955 olsa da Borges hiçbir zaman sağlıklı biçimde görememiştir. 1938 noeli arefesinde (tam olarak görme yetisini kaybettiği 1955 yılından 19 yıl önce) “binanın merdivenlerinden koşarak çıkıyordu. Anlaşılan asansör çalışmıyordu. Koşarken, bir pencereye çarptı; pencere yeni boyanmıştı ve açıktı – kuruması için menteşelerinden merdivenlere doğru açılmıştı. Borges pencereyi görmedi. Yalnızca bu bile gözlerinin ne durumda olduğunu anlatmaya yeterlidir.” (Woodall 1996, 182 ) Kırılan camlar kafasına girdiğinde yara mikrop kapar ve bu yara onun ölümle burun buruna gelmesine neden olur.(Woodall’ın aktardığı bu olayı Borges “ Güney” adlı öyküsünde Dahlmann adlı karakterine yaşatır.) Göz ameliyatları daha 1927’de başlayan Borges “1954’e dek sekiz ameliyat geçirmiştir. Öyle ki çocukluktan sonra gözlük takmaya bile gerek duymayacak”(Woodall 1996, 182) kadar vahimdir durum.

Körlük hakkındaki genel yanılgılardan biri de körlüğü karanlıkla özdeşleştirmektir. Oysa körlük ve karanlıkta özdeş olan tek şey körlükteki bulanıklığın ve karanlığın biçimsizliğidir. Nitekim Borges bu fikre şu cümlelerle karşı gelir: O kadar çok şey yitirdim ki, hesabını yapmam olanaksız, ve şimdi bu kayıpların bana ait olan tek şey olduğunu biliyorum. Sarıyı ve siyahı yitirdiğimi biliyorum ve bu olanaksız renkleri, görenlerin düşünmedikleri gibi düşünüyorum. (Gölgeye Övgü/ Düne kavuşma, s. 357)

Kendi Kendisiyle konuştuğu “Öteki” öyküsünde ise körlüğünü bu şekilde tanımlar.


borges
Evet. Benim yaşıma geldiğin zaman, görme duyunu neredeyse tamamen kaybetmiş olacaksın. Yalnızca sarı rengi, gölgeleri ve ışıkları ayıt edebileceksin. Tasalanma, yavaş yavaş artan körlük pek trajik değil. Ağır bir yaz akşamı gibi. (Kum kitabı / Öteki, s.16)

“Ve bu olanaksız renkleri görenlerin düşünmedikleri gibi düşünüyorum.” diyerek, körlüğü, görme yetisine sahip insanların nitelediğinin aksine bir avantaj olarak ele alır. Gördüğünü iddia eden insan, bu renkleri bir kör kadar berrak düşünemez. Devamında yalnız ölen bizimdir, bizim olan yalnızca yitirdiğimizdir diyerek körlüğünü ne kadar benimsediğini anlatır şiirlerinde ise bu söylemi daha yukarı taşır ve körlüğe bir lütuf yakıştırması yapar.

kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın / bu lütfundan yüce tanrının / bana ilahi bir şaka yaptı / kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı. (Armağanlar Şiiri)

Hem anneannesi hem babası gözlerinin önünde kör olan Borges öykülerinde olduğu gibi bir çok şiirinde de körlüğe değinir. Karanlığa övgü adlı şiirinde şu dizeler onun körlüğünün aşamalarını ve körlüğe bakış açısını en iyi anlatan dizelerdir.

…Abdera’dan Democritus oydu
gözlerini, hiç değilse bir kez
Democrıtus’un kendi olduğunu düşünmek için…

…Yaşıyorum; belirsiz, karanlıkta parıldayan
şekiller arasında, henüz yeteri kadar
karanlık olmayan…(Çeviri: Ömer Cem Demirci)

Her fırsatta algılanan evrenin güvenilmezliğinden dem vuran Borges “Güney” adlı öyküsünde şahit olduğu bir kavgayı anlatır. Ancak daha sonra bu olayı anlatırken bu anıyı ona anlatılanlar aracılığıyla aktardığını söyler. “Bir adamın öldürüldüğünü görme fırsatım oldu Amorim' le bir bardaydık ve yanımızdaki masada çok önemli bir kişinin koruması bir capanga oturuyordu. Bir sarhoş ona fazla yaklaştı ve capanga oyna iki el ateş etti. Ertesi sabah o capanga aynı barda oturmuş içki içiyordu. Bütün bunlar yanımızdaki masada olmuştu ama size bana sonradan anlatılanı söylüyorum o anı kafamda realiteden daha berrak.”(Woodall 1997, 163) çünkü “yalan sözlerde değil şeylerdedir.” (Calvino 2008,106) Bu anlatının realitesi görünenin realitesinden daha sağlamdır; belki de bu nedenle bize öyküler “anlatarak” daha sağlam gerçeklikler oluşturmak istemiştir.

Borges körlüğü, körlüğün yarattığı bulanıklığı sever çünkü bu sayede sınırları ve çizgileri olan nesnelerle ufku daralmaz, bu gerçekliğin sınır(sızlığ)ını kendi düş gücüne bırakır. “Güzel kadınları sever özellikle yüzleri çirkinse, çünkü o zaman onlara istediği güzel yüzü uydurmakta özgür olur.”(Woodall 2008,164) Belki de bu nedenle en sık kullanmayı tercih kelimeler öykülerinin konuları bu bulanıklık üstüne kuruludur.


Alef

Borges’in en sık kullandığı kelimeler arasında maske, labirent, ayna, kum, gölge, satranç kelimeleri sayılabilir. Bu kavramlar dahi Borges’in evrenine “ışık tutma”mıza yardımcı olur. Dikkatle ele alındığında bu kelimelerin bir diğer görünmeyeni işaret ettiği “görülür”. Neredeyse soyut anlam taşıyan kelimelerdir bunlar. Labirentin içinde bulunan kişi labirentin tümünü algılayamaz çünkü labirent çokluktur ve çokluk belirsizliği, bulantıyı doğurur. Tıpkı Alef gibi aynı anda birçok çeşitlilik, farklılık gösterir. “Bütün dünya zaten bir labirent”tir (Borges 2014, 156) Tüm bu kavramlar Alef’i en açık bulduğu şeylerdir. Tüm yeryüzü yalnızca bir simgeler oyunudur ve her şey bir başkası anlamına gelir.

Borges gündelik yaşamında da Alef’den izler bulabildiği bütün nesneleri ilginç buluyor ve onlarla meşgul oluyordu; bu ona daima zevk vermiştir.

“Borges martta bulduğu ve onu çok etkileyen bir -kaleideskop- oyuncaktan esinlenerek yazdığı bir öykü üzerine harıl harıl çalışıyordu. Borges oyuncağa “Alef “ adını verdi. Bir ucundan baktığınızda şekillerin çiftleştiğini üçleştiğini görüyordunuz… Renkli parçalardan oluşan minik evrenler sonsuzluğu akla getiriyordu.” (Woodall 2008, 234)

Öyküde “çapı birkaç santimden fazla” olmayan Alef “tüm alemi gerçekten ve eksiksiz içerir.”(Borges 2013,190)”Yeryüzündeki bütün yerlerin her açıdan açık seçik birbirine karışmadan göründüğü tek yer, evrendeki tek noktadır. Evrendeki bütün öteki noktaları içerir.” (Borges 2013, 190) Alef’i görmek için karanlık şarttır. “Görüş açısının tam bir karanlık, tam bir hareketsizlik içinde belli bir noktaya ayarlanması gerekli”dir. Çünkü” hakikat direnen bir zihne zorla girmez. Eğer evrendeki her yer Alef’in içindeyse, o zaman bütün yıldızlar, bütün lambalar, bütün ışık kaynakları da içindedir.” (Borges 2014, 187) Alef’i gördüğü anı “Gözlerimi kapattım – gözlerimi açtım. ve Alef’i gördüm” cümleleriyle anlatır Borges. Yazı konusunda ustalığını yine kanıtlamış, bir ifadeyle birçok şeyi anlatmıştır. Cümlede ilk amaç; gözlerini açması ve kapaması arasında geçen Alef’i yani tüm evreni görebildiği kısacık zamanı anlatmak, bir diğeri bu iki eylemin eş değer olduğunu belirtmektir. Gözleri kapamak, gözleri açmaktır.

Çoğumuzun” muzdarip” olduğu bir meseledir bu. Kafamızı yastığa koyduğumuzda bu dünyada sıkıntı veren algı ve hareket yasaları ve sınırlarından ayrıldığımızda basan kasvet. Gözler kapanır ve gerçekler ortaya çıkar. Bu kasvet yastığın kerameti değil; karanlığın hediyesidir. İnsanın nesnelerin girift dünyasına dalınca unutacağı, çarkların dişleri arasına kıstıracağı bir hediye.

Ancak bu sonsuzluk Boges’i aynı zamanda ürkütür çünkü hayret uyandırıcı olduğu kadar katlanılması güçtür, dehşet vericidir. Öyle ki Alef’i gördüğünü belirten karakter uykunun getireceği unutkanlıktan medet umar. İstediği unutmaktır. Borges bu nedenle çokluğu Alef’i katlanılması zor bulur bu nedenle Alef’i çağrıştıran yansımalardan ve yanılsamalardan nefret eder. Yaşadığımız yeryüzü bir yanılgı, kaba bir yansılamadır. Aynalar ve babalık iğrençtir, çünkü bu yanılgıyı onaylar ve çoğaltırlar. Bulantı temel erdemdir. (Gölgeye Övgü / İğrenç Aynalar, s.61 )

(Aynalar ve babalık tiksindiricidir, çünkü çoğalırlar ve bu evreni parçalara bölmektir. (Woodall 1997,192))

“Zahir” adlı öyküsünde Zahir adlı para da tıpkı Alef gibidir; çok ve sonsuzdur. Onu gören, görme duyusunu aşar ve her iki yüzünü birden görebilir ancak katlanılması mümkün değildir. Çünkü insani duyuların algılayabileceğinin çok üstündedir. Yazar öyküyü “Belki de o paranın ardında Tanrı’yı bulacağım.” cümlesiyle bitirir. “Adı belli” “gözle görülür” anlamına gelen (Borges 2014;138) zahirin Tanrının adıyla karşılanmasıyla yazımızın başında belirttiğimiz gibi görmenin bilmekle özdeşleştirilmesi kast edilmiştir. Zahir sözüyle bilinen, asıl gerçek olan kast edilmiştir. Ancak görme yetimiz zahiri görmede yetersizdir.


Körlüğünün Öykülerindeki İzleri

Nöroloji profesörü Oliver Sacks, 7 farklı nörolojik vakayı anlattığı “Marsta Bir Antropolog” adlı kitabın körlerin dünyasına” ışık tuttuğu” “Görmek ve Görmemek adlı bölümünde görme işlemine yarayan tek uzvun gözler olmadığını, hatta asıl lütfun Borges’in de katıldığı gibi bazen görmemek olabileceği durumları anlatırken şunları söyler.

Körlerde çoğunlukla mesafe kavramı oluşmaz, mekan ve büyüklük kavramları yoktur. John Hull, TheTtouching Rock’da kendisinden ve bütün körlerden “ zamana ait” kimseler olarak söz eder. Ve devam eder. Körlerde belirli bir yerde bulunma hissi çok azdır… Uzam kişinin bedenine indirgenmiştir., bedenin pozisyonu da yanından geçilen nesnelere göre değil hareket ettiği süreye göre belirlenir. Böylece konum, zamanla ölçülür… Kör için konuşmayan biri orada değildir… İnsanlar hareket eder, zamana aittirler, gelir ve giderler. Hiçlikten gelir ve kaybolurlar.(Sacks 2001, 152)

Borges eserlerinde de mekan önemsiz bir unsurdur. “Eşikteki adam” adlı öyküde anlatıcının kullandığı cümle bunu doğrular gibidir: “Anlatacağım olayların geçtiği coğrafyanın (dedi Dewey) pek önemi yok.”Borges 2014, 169) Gerçekten de mekan Borges öykülerinde bazen Merv (Türkistan), bazen Nişabur, bazen Londra, Çin, Babil, İran veya dünyanın herhangi bir yeri olabilir. Mekan tasvirlerine çok ender rastlanır. Çünkü mekan belirtmek sonsuzluğun belirsizliğine ve Alef’e de darbe olacaktır. Gerçek mekan ile kurgusal mekan arasındaki sınırları bulanıklaştırır. “Labirentinde Ölen Kral İbni Hakan el-Buhari” adlı öyküde Londra kurguyla adeta bir masal şehrine döner. Daima masalsı zamanlara orta çağa ve daha gerisine yolculuk ederken geçmişe gitmek yerine onu içinde bulunduğu ana taşır. Borges gündelik yaşamında da mekanı pek önemsemez, büyük odalar yerine “küçük odaları tercih eder.” (Woodall 1997,311)

Dr. Sacks ilerleyen sayfalarda ise körlerde “Funes Bellek” öyküsünde Funes’in de kapıldığı bir rahatsızlığı aktarır.

(Görme yetisine sonradan kavuşan) Cezanne bir zamanlar şöyle yazmıştı.” Farklı açılardan bakılan bir nesne son derece ilginç bir çalışma konusu olabilir; bu çalışma o denli uzayabilir ki, aylar boyunca yerimden kalkmadan, sadece sağa ve sola eğilerek vakit geçirebilirim.(Sacks 2001,155)

Funes için de durum aynıdır.

Köpek cinsi simgesinin farklı boy ve biçimde birbirine benzemeyen bir suru yaratığı kapsamasını anlamasının güçlüğünün yanı sıra; saat üç on dörtte (profilden) gördüğü köpeğin, üçü çeyrek gece (cepheden) gördüğü köpekle aynı adı taşıması onu rahatsız ediyordu. Aynada kendi yüzü, kendi elleri her seferinde onu şaşırtıyordu. ( Gölgeye Övgü / Funes Bellek, s.118)

Yazarın karanlığa ve körlüğe en çok göndermelerde bulunduğu öykülerinden biri “Tanrının El Yazısı”dır. Öyküde bir rahibin karanlık zindanda ışığı bulması ve Tanrı’nın daha yaratılışın ilk gününde yazdığı, kötülükleri savuşturacak güçteki tılsımlı kırk hece on dört sözcükten oluşan cümlesini okuyabilmesi anlatılır. Rahip tüm yaşamı boyunca çözemediği sırrı karanlığa hapsedilince bulabilmiştir. Söz konusu cümleler şunlardır;

Dağ ve yıldız, bireydirler ve birey yok olur. Daha direngen daha etkili bir şey arıyordum ben… Belki de o tılsım sonunda benim yüzüme yazılacaktı belki de arayışımın bitimi kendimdim. (s.145 )

Karanlıkta yattığım yılların sayısını unuttum. (s. 143)

Bir gün ya da bir gece- benim günlerim ve gecelerim arasında ne ayrım olabilir ki? (s.146)

Karanlığın her döneminde bir ışık bağışlanıyordu. (s.144)

…Karanlığı ve taşı kutsadım (s.147)

Kendi karanlığımda, bildiklerimin tümünü anmaya çalıştım. (s.144)

Bir gece çok özel bir anın eşiğine yaklaştım. (s. 144 )


Bir Kurtuluş Olarak Körlük

Borges gerçeği ve kurguyu harmanlayarak okuyucuyu şaşırtmaya bayılır. Borges bir Alef; öyküleri ise onun yansımalarıdır. Öyle ki Borges’in yaşamını, kitap zevkini, en sevdiği, düşünürleri, anılarını öykülerinden takip etmek mümkündür. Öyküleri onun yaşamına yapılan göndermelerle doludur. Bazı hikaye karakterlerine kendi arkadaşlarının adını verir; kiminde karakter bizzat kendisidir. Bu nedenle öykülerini tam anlamıyla anlamak için birçok öyküsünü okumak gerekebilir.

Kurtarıcım nasıl olacak, diye sorarım kendime. Bir boğa mı, yoksa İnsan yüzlü bir boğa mı olacak, belki de ? Yoksa benim gibi mi olacak? (Alef / Asterion’un Evi, s.103)

Borges’in bu cümlelerle anlatmak istediği şey “Gölgeye Övgü” kitabındaki şu cümlelerin okunmasıyla daha iyi anlaşılır.

Onlara son derece yüksek görünen üç karaltının geldiğini gördüler: üç insan karaltısından ortadakinin başı boğa biçimindeydi. Daha yakınlaştıklarında bunun bir maske öteki ikisinin de kör olduğunu anladılar. Biri (1001gece masallarındaki gibi) bu tansığın nedenini sordu.”kör onlar diye açıkladı maskeli adam, çünkü yüzümü gördüler. (Gölgeye Övgü /Maskeli Kumaş Boyacısı Merv’li Hakim s.58)

Bu öykünün “ışığında” cümleler açıklığa kavuşur. Öyküde karaltıda beliren iki adam kör olmuştur, bunun nedeni maskeli adamı (Merv’li hakimi) görmeleridir. Borges de boğayı gördüğünde tam olarak körleşecektir; bu onun kurtuluşudur. Kurtuluşu körlükte gören Bugün “bana “tek bir düşünür seç kendine” deseler, Schopenhauer’i seçerim. Eğer dünyanın gizleri sözcüklerle dile getirilseydi, o sözcükler sanırım Schopenhauer’ın yazılarında yer alırdı.” dediği Schopenhauer’in bu değerlendirmelerine katılacağı aşikar.

…algı yoluyla dış dünyanın bilgisi, nesnelerin idrakıdır. Şimdi bilincimizin bir yanı ne kadar öne çıkarsa diğer yanı o kadar geri çekilir. Dolayısıyla biz bu esnada kendimizin ne kadar az bilincinde olursak başka şeylerin bilinci veya algı/kavrayış bilgisi o kadar kusursuz, diğer bir deyişle, o kadar nesnel hale gelir işte gerçek çatışma burada baş gösterir. Nesnenin ne kadar fazla bilincindeysek öznenin o kadar az bilincinde oluruz; diğer yandan bu sonuncusu bilincimizi ne kadar işgal ederse dış dünya algımız/kavrayışımız da o kadar zayıf ve kusurludur (Schopenhauer 2013, 9-10)

borges
*Bunun yanı sıra, bir yazarın hayatı, yalnız olandır.

Borges körlüğe kavuşur. Bir armağan bir lütuftur körlük, görmemek. Körlüğü onu bakmak istediği yere çevirmiştir (Woodall 1997, 355); kendi içine. Ben’in labirentinde gezerek beden maskesinin görünmeyen yüzüne bakmaya çabalar. Bir süre sonra Halacı Mansur’un anlayışına benzer bir anlayışa ulaşır; En-el hak ( Ben hak-i-kat-im ) düşüncesiyle hakikati kendinde arar. “Ölümsüz” adlı öyküsünde "Ben de tanrıyım, ben kahramanım” bu düşünceye en yakın söylemlerinden biridir. (Borges 2014,55) “Kabala” öyküsü de aynı fikri barındırmaktadır.

“... bütün yaratıklar büyük ruh göçlerinin sonunda geri dönecekler ve bir zamanlar içinden çıktıkları Tanrı’ya karışacaklardır.” (Borges 2014, 112) Çünkü içinde yaşadığımızı sandığımız dünya gerçek değildir. “Herkesin adını bildiği ve kimsenin bakamadığı tasavvur edilemez alem’de”(Borges 2013,191) dinginlikle, alçalmayla, korkuyla keşfedeceğimiz şey, gerçek sandığımızın muamma ve belki de yanılgı olduğudur.


Ayşe Çetin



Kaynakça


BORGES, Jorge Luis (1994), Gölgeye Övgü, (Çev.)İletişim Yay. İstanbul

BORGES, Jorge Luis (2000), Kum Kitabı, (Çev.Münir H. Göle)İletişim Yay. , İstanbul

BORGES, Jorge Luis (2013), Alef, (Çev.Fatih Özgüven, Tomris Uyar, Fatma Akerson, Peral Bayaz Charum) İletişim Yay. İstanbul

BORGES, Jorge Luis (2014), Evaristo Carriego, (Çev.Peral Bayaz Charum) İletişim Yay. ,İstanbul

BORGES, Jorge Luis (2014), Yedi Gece, (Çev.Celal Üster), İletişim Yay., İstanbul

CALVİNO, Italo (2008) Görünmez kentler, (Çev. Işıl Saatçıoğlu),Yapı Kredi Yay, İstanbul

FROMM, Erich, (1996),Özgürlükten Kaçış (Çev. Şemsa Yeğin) Payel Yay., İstanbul

LOCKE, John,(2000) İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme (I.-II. Kitap), Çev.Meral Delikara Topçu, Öteki Yay., Ankara

SACKS, Oliver(2001) Mars' ta Bir Antropolog , (Çev.Osman Yaner) İletişim Yay, İstanbul

SCHOPENHAUER, Arthur, (2013), Güzelin Metafiziği Sanatın ve Güzelin Sırları , Çev. Ahmet Aydoğan) Say Yay. İstanbul

Türk Dil Kurumu,(2005), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara

WOODALL, James,(1997) Kitabın Aynasındaki Adam : Jorge Luis Borges: Bir Hayat, (Çev. Armağan Anar) İletişim yay., İstanbul

Viewing all articles
Browse latest Browse all 344

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue