Mrs. Dalloway
Ölüm, bir direnmeydi. Ölüm, iletişim kurma çabasıydı. İnsanlar gizemli bir şekilde ellerinden kaçan öze ulaşamayacaklarını anlıyorlar, yakınlık uzaklaşıyordu, tat yok oluyordu. Bir kucaklaşma vardı ölümde.Kitabın kapağını diğer pek çok kitabı gibi kardeşi Vanessa Bell yapmış, baskısı ise eşi Leonard Woolf’un basım evinde Hogarth Press’te olmuştur. Woolf’un başlangıçta The Hours (Saatler) ismiyle çıkarmayı düşündüğü roman, Clarissa Dalloway’in Bond Sokağı’na tek başına gidip çiçekleri kendisinin almaya karar vermesiyle başlar ve kitabın diğer ana karakteri olan Septimus Warren Smith’le Mrs. Dalloway’in bilinç akışından devam eder ve Mrs. Dalloway’in vereceği parti ile sonlanır. Septimus Warren Smith, savaşta arkadaşını yitirdiği için akıl sağlını kaybetmiştir, Mrs. Dalloway ise bugün, gençliğinde olduğundan çok farklı olan ve ‘sessizliği örtmek için partiler veren’ orta yaşlı bir kadındır. Woolf, iki ana karakterin bilinçlerinde kendi deyimiyle bir ‘tünelleme’ işlemine girerek kişilerin benliğindeki ‘mağaralardan’ onların geçmişlerini ve şimdiki zamanlarını birbirine bağlar. İkisi birbirini tanımamalarına rağmen aralarında garip bir bağ vardır. Bu bağı, eleştirmen Maud Modkin, psikiyatrist Carl Gustav Jung’un kuramlarıyla edebiyatı irdelediği kitabında, Jung’un ana kavramlarından biri olan ‘ortak bilinçdışı’nı Woolf’ un ustaca kullandığını yazar. Mrs. Dalloway, hiç kuşku yok ki bilinç akışı tekniğinin en ustaca kullanıldığı romanlardan biri olarak, tarihin en iyi 10 romanı listesine sıkça giren bir başyapıttır.
Dalgalar
1931 yılında yayınlanan Dalgalar, Woolf’un kendi deyimiyle de kitaplarının en anlaşılmazı ve karmaşığıdır. Dalgalar için, Woolf’un ‘hem düzyazı hem şiir hem roman hem de tiyatro oyunu’ şeklinde kaleme aldığı bir üst yapıttır desek yanlış olmaz. Bir üst yapıttır; çünkü roman kalıplarını yıkar ve türler arasında bir yere oturur. Güncesinde: “Bir olay örgüsüne değil bir ritme uyarak yazdığını” kendisi de söyler. Bu kitabı Woolf, şövalesinde yazdıktan sonra ayakta sesli okuyarak düzeltmiştir. Kitapta 3’ü erkek 3’ü kadın 6 kişi vardır: Susan, Jinny, Rhoda ve Louis, Neville, Bernard. Woolf’a en yakın karakter Bernard olsa da diğerleri de Woolf’un deyimiyle “altı yaşamdan oluşan altı yapraklı bir çiçeğe benzerler.” ve onun kişiliğinin parçalarını ve iç sesini yansıtırlar. Tüm karakterler, Woolf’un 25 yaşında ölen erkek kardeşi Toby ile aynı yaşta iken bir savaşta ölen arkadaşları Percival’a hayrandır. Bu hayranlıkta, Woolf’un kardeşine olan özlemi yatar. Roman karakterleri, denizdeki dalgalara benzerler; hepsi birbirinden farklı ve bir o kadar da benzerdirler. Dalgalar, pek çok eleştirmen tarafından Woolf’un başyapıtı sayılır.
Sürekli geliyor yabancılar, bir daha hiç görmeyeceğimiz kişiler, teklifsizlikleriyle, ilgisizlikleriyle, bizsiz süregiden dünya anlayışlarıyla istemimiz dışında bizi süpürüp geçen kişiler.Orlando
Aşk, dedi şair, kadının tüm var oluşudur.“Bunu yazmanın çok eğlenceli olacağını sanıyorum. Bundan sonra yazmak istediğim çok ağırbaşlı, mistik ve şiirsel kitaba başlamadan önce, kafamı dinlendiririm.” der Orlando’ya başlamadan önce Woolf. Biyografi türüyle dalga geçerek kaleme aldığı Orlando, aynı zamanda da aşık olduğu kadın Vita Sackville-West’e bir güzellemedir. Kitap satışa çıktığı zaman Woolf hiç tahmin etmese de çok satan olmuştur. Kitap, Orlando’nun hayatından 350 yıllık kesimi anlatır. Kitap biterken, 350 yıl geçmiş olmasına rağmen Orlando hala 36 yaşındadır. Orlando, küçüklüğünden beri şiire, kitaplara ilgi duyar; Woolf, kitapta bu edebiyat merakının çocukluktan gelen bir hastalık olduğunu söyler. Ailesi gece mumları söndürdüğünde o, ateşböceklerini bir kavanoza koyarak okumaya devam eder. Elizabeth Çağı’nda Orlando, coşkulu ve maceraperest bir adamdır, romantizmin etkili olduğu dönemdeyse doğaya bitmez bir aşk hisseder ve Woolf’un kadınlar okula gönderilmediği için nefret ettiği Victoria Çağı’nda ise bir burjuva olur. Orlando, İngiliz Edebiyatı’nın dönemlerini temsil eden biridir. İçindeki şiir aşkı ise hiçbir zaman tükenmez. Orlando, romanın başında Sasha isminde bir Rus prensesine aşık olur. Romanın ortasında Orlando, yedi gün yedi gece uyuduktan sonra bir kadına dönüşmüş olarak uyanır; fakat bu onda bir rahatsızlığa neden olmaz, buna alışır ve hayatına devam eder. Bu değişimi, Woolf’un Vita Sackville-West’e olan aşkı sayesinde kendi içindeki kadınla barışmasıyla bağdaştırabiliriz. Romanda bizi bekleyen bir başka sürpriz ise Orlando’nun, 17. yy.’da İstanbul’a uğramasıdır. Woolf, İstanbul’a 1906 ve 1911’de iki kere uğramış olmasına rağmen çizdiği İstanbul, hayalindeki oryantal bakış açısındaki İstanbul’dur. Orlando, kadına dönüştükten sonra bir adama da aşık olur. Aşk, Orlando için beden ve sınır tanımaz. Bu Woolf’un mektuplarında yazdığı şu cümleyle de örtüşür: “Benim hoşlandığım ve ilginç bulduğum dünya, içinde aşk, ya da kalp, ya da tutku, ya da cinsellik bulunmayan, düşlere benzeyen, belli belirsiz bir dünyadır.” Aradan geçen yüzyıllardan sonra Orlando, eski sevgilisi Sasha ile karşılaşır. Demek ki o da Orlando kadar uzun yaşayabilmiştir. Fakat Sasha, Orlando’dan daha çok yaşlanmıştır. Orlando’nun zamanın değişimine ayak uyduruşu ve içindeki tutku onu Sasha’dan daha genç kılmıştır.
Deniz Feneri
İnsanlar zaten birbirinden bu denli farklı iken, yeni yeni ayrılıklar çıkarmak ne saçma şeydi.
Nasıl oluyordu peki, bütün bunlar? İnsan başkalarını nasıl yargılıyor, onlar hakkında nasıl fikir yürütüyordu? İnsan şunu buna ekleyip ondan çıkartarak hissettiği şeyin hoşlanmak mı, hoşlanmamak mı olduğu sonucuna nasıl varıyordu? Ve bu sözlerin arkasındaki anlam neydi ki sonuçta?Deniz Feneri, Woolf’un 1927’de, Mrs. Dalloway’den sonra yayınladığı ilk romandır. Woolf, çocukluk anılarını; kardeşlerini, anne-babasını; özlemi, ölümü, özetle hayatı anlattığı bu romana roman yerine ‘elegy’ yani ağıt demeyi düşünmüştü. Kitap, küçük kardeş James’in, tıpkı Woolf’un kardeşinin yıllar önce istediği gibi ‘Deniz Feneri’ne gitmek istemesiyle başlar ve bir olaydan ziyade karakterlerin içsel konuşmalarıyla ilerler. James’in kardeşi Lily, tıpkı Woolf’un kardeşi Vanessa gibi bir ressamdır. Kitabın başında çocuklarla babaları arasında bir mesafe vardır ve çocuklar annelerine daha yakındırlar. Yazarın kendi çocukluğuna dair otobiyografik öğeler barındıran romanda Woolf’un özellikle annesi ete kemiğe bürünmüş şekilde okuyucunun karşısına çıkar, o kadar ki Woolf’un kardeşi Vanessa, “Annemin portresi düşünebileceğimden çok daha ona yakın. Ama böyle mezardan geri gelmesi acı verici.” demiştir. Eleştirmen Joan Bennet’a göre romanın en ilgi çekici özelliklerden biri kurgusal yapısıdır. İlk bölüm ‘Pencere’, bir deniz fenerinin karanlıkta iç ısıtan ilk ve uzun ışık hüzmesi gibi insanı bir aile ortamında güvende hissettirir ve Türkçe baskıda yaklaşık 135 sayfa sürer. ‘Pencere’den bakarken James’in isteğinin yerine getirilmesini, deniz fenerine gitmeleri için havanın güzel olmasını ümit ederiz. İkinci bölüm ‘Zaman Geçer’ yaklaşık 30 sayfa sürer ve karakterlerin bir çoğu ölür. Aradan zaman geçmiş ve James, çocukluk günlerinin isteği olan deniz feneri ziyaretini gerçekleştirememiştir. Bu bölüm, fener ışığının geçiş anındaki karanlıktır. Fener ışığının bir kerelik dönüşündeki ikinci ve ilkinden daha kısa olan huzme ise üçüncü bölümdür ve ilk bölümün yarısı kadar sürer. Deniz Feneri’ne ulaşırlar; fakat pek çok şey eksilmiş ve Woolf’un da ilerleyen yaşıyla daha fazla özlem duyacağı geçmiş güzel günler geride kalmıştır.
Kafka Okur Dergi, Sayı 2, 2014
Ozan Kırıcı