23 yaşındaydım ve bir üniversiteden diğerine sürüklenmekle meşguldüm. O sıralar kayıtlı olduğum üniversitede, dördüncü yılımı geçiriyordum ama hala ikinci sınıftaydım. Yine bir sabah okulun bulunduğu caddenin ortasındaki refüjde duruyor ve etrafıma bakıyordum. Sol kaldırımda üniversite, sağ kaldırımda da sıra sıra dizilmiş kıraathaneler ve kırtasiyeler vardı. Ben o sabah sola saptım. Önce bir defterle kalem aldım. Sonra da o kıraathanelerden birine girdim. Ve yazmaya başladım. İki buçuk ay boyunca o kahveye gidip geldim ve sonunda Kinyas ve Kayra bitti. Şimdi dönüp bakıyorum da, o romanda yazdıklarımı şöyle özetlemek mümkün: Anlamadığım ne varsa! Ve hala da öyle yapıyorum: Anlam veremediğim ne varsa, üstüne yazarak gitmeye çalışıyorum.
Yazdıklarınız arasından en sevdiğiniz kitabınız hangisi?
Bugüne kadar yazmış olduğum kitapların hiçbirini huzurla okuyamadım çünkü sayfalarını her çevirişimde içlerinde bir sürü hata gördüm. Dolayısıyla “en sevdiğim kitabım” genelde son yazdığım kitap oluyor. Çünkü ondaki hataları görmeye henüz zamanım olmamış olmuyor.
Kendi kitaplarınızın evrenlerinden birinde yaşamak isteseydiniz bu hangisi olurdu? Neden?
Herhalde hiçbiri. Çünkü eğer içinde yaşamak isteyeceğim o evreni bulabilmiş olsaydım sonraki kitapları yazmama gerek kalmazdı.
Çoğu söyleşinizde başucu kitabınızın Louis-Ferdinand Celine’den Gecenin Sonuna Yolculuk olduğunu anlatıyorsunuz. Neden Gecenin Sonuna Yolculuk? Bu kitapta sizi ele geçiren ne gibi öğeler var?
Öncelikle, hangi sayfasından açarsanız açın okuyabildiğiniz bir kitaptır. Daima okuruna söyleyecek bir sözü vardır. Ayrıca, okudukça yazma isteği veren bir kitaptır. Her cümlesinde ilham verir, ki bu çok az kitabın sahip olduğu bir özellik. Son olarak da yazmanın bir “ölüm kalım meselesi” olarak ele alınıp uygulandığı nadir örneklerden biridir.
En çok hangi yazarları okursunuz? İzini takip ettiğiniz yazarlar var mı?
Birbirine hiç benzemeyen yazarları okumaya çalışıyorum. Eğer etkilenmeye açık olursanız, hepsinden de bir şeyler öğrenirsiniz. Dolayısıyla Jack London da okuyorum, Şule Gürbüz de… Robert Müsil de okuyorum, Murat Uyurkulak da…
Bir kitabı yazmaya başladığınızda, yazılarınız ne gibi evrelerden geçiyor? İlk sözcüğünüzden son sözcüğünüze kadar neler değişiyor bu evrede?
Yazmayı, düşünmenin bir yolu olarak benimsediğiniz takdirde, anlattığınız hikaye bir araca dönüşüyor. Ve o araç sayesinde, başlangıçta sorgulamak istediğiniz kavramı olabildiğince derinlemesine inceleyebiliyorsunuz. Sonuç olarak, ilk sözcükten son sözcüğe vardığımda, o kavram hakkında, kendim hakkında, dolayısıyla insan olmak hakkında daha çok düşünmüş ve öğrenmiş oluyorum. Daha çok… Ama asla yeterli değil!
Kafka, Sartre, Camus gibi varoluşçu yazarları okur musunuz? Bu yazarlar ve eseleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Favori kitaplarınız var mı?
Eğer içinizde, kendinizle, insanlıkla ve hayatla ilgili en küçük bir şüphe varsa, sözünü ettiğiniz yazarlara zaten doğal olarak eliniz gider ve okumaya başlarsınız. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu isimler içinizdeki şüpheyi yok etmez. Bilakis, şüphe etmekte ne kadar haklı olduğunuzu anlamınızı sağlar. Ve şüphe, belki de düşünce dünyasında ilerlemenin temel şartlarından biridir. Çünkü şüphenin olmadığı yerde her şey buz tutar ve olduğu gibi kalır. Sartre’ın Tükeniş’i, Camus’nün Yaz’ı ve Kafka’nın Dava’sı benim için daima ayrı bir yerdedir.
Kafka deyince aklınıza ilk gelen şey?
Escher’in Çıkış ve İniş’i.
Yazarken kendinizi dış dünyaya kapattığınız oluyor mu? Veya nasıl bir ruh halinde oluyorsunuz?
Nasıl bir ruh haline sahip olduğumu tarif etmem pek mümkün değil ama bildiğim bir şey varsa, o da, yazarken, başka hiçbir şey düşünemediğim. Bu da şu anlama geliyor: 9 ay boyunca tavana bakıp, üç ay boyunca aralıksız biçimde yazmak. Ve tabii ki o üç ay süresince, “dış dünya” hakkında yazarken, dış dünyanın asla orada olmaması gerekiyor.
Yazarlığa adım atan ve atmak isteyenlere ne gibi bir öneriniz olur?
Son derece kişisel bir uğraş olduğu için bu konuyla ilgili verebileceğim tek tavsiye: Hiçbir tavsiyeye uymamaları ve sadece yazmaları. Yazmayı, kalp atışı gibi doğal bir eylem olarak kabul etsinler, yeter.
Yazmayı bırakacağınız bir an sizce hiç gelir mi?
O an zaten sürekli içinde yaşadığım bir an. Yazmaya başladığım ilk günden beri bu böyle. Ve bir daha yazıp yazmayacağımı bilemediğim için de her kitabı son kitabımmış gibi yazıyorum.
Eğer yazarlık yapmasaydınız ne yapıyor olurdunuz?
Hiç bilmiyorum. Çünkü benim bu hayatta hiçbir konuda bir B planım olmadı. Kim bilir ne yapıyor olurdum? Her şey olabilirdi. İnsan istediği işi yapmıyorsa, diğer bütün işler ona aynı gelir sonuçta…
Kitaplarınızda yazdığınız aforizmalar ön plana çıkıyor. Aforizma yazarken izlediğiniz bir yol var mı?
Her aforizmanın önüne, en az 100 sayfa yazmak!
Şu anda üzerinizde çalıştığınız bir kitap var mı? Varsa yakın zamanda raflarda görebilecek miyiz?
Şimdilik hala tavana bakıyorum. Geriye kalan zamanda da bir tiyatro metni üzerinde çalışıyorum.
Kafka Okur ekibi adına dergimizde yer aldığınız için size çok teşekkür ederiz...
Kardelen Ağım