Quantcast
Channel: KAFKAOKUR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 344

Turgut Uyar

$
0
0

Söz konusu Turgut Uyar olunca; konu olan söz olduğu için söylenecekler yetersiz kalıyor; çünkü Uyar, sözü her anlamıyla kullanırken kendini ve sanatını soyutlamayan ve okurla aynı evrende yaşayabilen usta bir şair. Daha ilk şiiri Arz-ı Hal ile -bu şiir, onu Turgut Uyar yapan şiirlerden biri olarak pek sayılmasa da- Nurullah Ataç gibi bir ‘dil sapığı’na ‘Ne olursa olsun, onun için atıyorum zarımı’ dedirtecek kadar sağlam bir dile sahiptir. Peki, Turgut Uyar’ı, Turgut Uyar yapan nedir? Şehre sinen kokuyu, sesi, insanı ve insana sinen şehri; olduğu gibi yaşamı, daha fazlasını değil bu kadarını, sadeliğin en geniş kapsamlı ifade biçimi olduğunu bilerek yazması diyebiliriz.

Nedir Turgut Uyar’a göre şiir? Şiir, kendi tabiriyle, insanda değişmeyeni aramaktır: “Şiirde ölmezi aramak boşunadır. Bir kez günü geldiğinde ölmeyen şiir, çağında da zaten pek yaşamamıştır. Bununla beraber değişen çağlar, değişen şiirler ortasında, insanda değişmeyeni aramak akla gelebilir.”

Onun şiiri, zaman içinde yapısal ve içeriksel olarak değişse de dokunduğu konular ‘insanda değişmeyen’ düzleminde kaldığı için her dönemde sevilerek okunmayı sürdürmüştür. Uyar, kimi zaman şehir insanının yalnızlığından dem vurur, kimi zaman esriksel bir coşkunlukla kalemini özgürce savurur ve Eski Kırık Bardaklar’ın kenarından, Geyikli Gece’nin içinden, Göğe Bakma Durağı’ndan, zamanın işleyen Büyük Saat’inin altından seslenir bize.

İlk şiir kitapları Arz-ı Hal (1949) ve Türkiyem’den (1952) sonra Uyar, öncelikle Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959) ile kendi sesini bulmaya başlar. Şiirleri ‘toplumcu’ tüm tortulardan sıyrılır ve tüm çıplaklığı ile yaşamı önümüze sunan yapıtlara dönüşür. Kitabın ilk şiiri Geyikli Gece’de Uyar, 1950’lerin sonuna doğru geldiği Ankara’da kır hayatının ardından yabancıladığı şehir hayatından ‘naylon’ olarak bahseder. Boğazımıza kadar battığımız betonların içinden artık çok uzaktaki doğaya bir bakış fırlatır ve gözlerimizde kalan son masumiyet pırıltısının bu geyikli geceden geldiğini ifade eder. Şehrin dişlileri arasında sıkışıp kalmışlar için yitenler adına bir anmadır bu:
Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben
Herkesin tek tipleştirildiği, sindirildiği bu hayatta sığındığımız odalardaki ‘umutlu sevişmeler’imiz, ‘gümüş semaverler’den çıkan buhar, ‘kesme avizeler’in sallantısı bize umut veren ve karşısında biz; bu umuda karşı yapabileceği hiçbir şey olmadan duran ve tek avuntuyu şiirin sonundaki gibi ‘Bir bardak şarabı kendim için içiyorum’ diyerek bulanlar. Yalnızlık ise son dizeden sızıyor odamıza: “Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.”

Dünya’nın En Güzel Arabistanı’ndan sonra gelen Tütünler Islak’ta (1962) Terziler Geldiler şiiri ile sanayileşme karşısında yenik düşen el emeğinin durumunu yansıtır. Bu şiirde Geyikli Gece’ye benzer bir mistik tada sahiptir. Terziler ve tüm şehir, bir cenaze hazırlığı içindedirler. Soğuk, metalik olana karşı kaybettikleri her şeyi temsil eden at için onbin yıllık çelenk bırakırlar. Bu, insanlık tarihinin geldiği noktayı işaret eder bize. Çaresizliği ve hüznü, terzilerin üzerine giydirerek, Türk şiirinde pek az insanın yapabildiği bir yalınlıkla ifade eder:
Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Uyar, Geyikli Gece ve Terziler Geldiler örneklerinden de görülebileceği üzere, evrenini herbir kitap ile daha da genişletir. Şehirleşme ve sanayileşme sonucu evine, odasına hapsolup aynılaşan ve bireyselleşemeyen insanın içini dışına, lades kemiğini kırar gibi çıkarır. Uyar, toplumsal bağlamda pek çok görünmez iğneyi terziler gibi havaya kaldırır ve terzilerin iğnesini kendine çuvaldızını bize batırır.

Bu iki kitaptan sonra Divan (1970) ile farklı bir biçemi dener şair. Divan şiirinin biçimsel yapısıyla günümüz insanının manzumesini yazar. Geleneksel olana dönmek gibi bir çabası yoktur. Geleneksel olanla, kendi zamanının algısını birleştirerek özgün bir tat sunar bize. Divan, geleneksel şiir ile dönem şiiri arasında başarılı bir köprü olarak şairin külliyatında yer alsa da bundan sonraki şiirlerinin gidişatını etkilememişti.

Şiir üzerine ahkâm kesmektense Turgut Uyar’ın kendi sözleriyle bu yazıyı sonlandırmak daha mantıklı olur: “Şiir yazmaya yeltenmek, geleneksel ve umarsız bir aptallıktır. Şiir hiç olmamıştır: Gök gürültüsünden ve yalnız adalardan başka. Üstelik gereği de yoktur, olmayacak mutluluklar ve olağan umutsuzluklardan başka, hayvansal saflığı aramaktan başka.”

üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin

ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

kare kökü de yoktur

sibernetik // turgut uyar

Divan kitabındaki şiirlerde denediği farklı biçimler onu Dünyanın En Güzel Arabistanı ve Tütünler Islak‘ın çılgın hüzünlü, bireyi şehire, şehiri bireye indirgeyen, biçim açısından tek düzelik göstermeyen üslubundan uzaklaştırmaz. Özellikle Toplandılar (1974) ve Kayayı Delen İncir (1982) Turgut Uyar’ın kendisini ve şairliğini en iyi şekillerde kanıtladığı şiirlerini barındıran kitaplardır. Farklı biçimleri denemesi onu bir çıkmazda gibi gösterebilir ; ancak zaten kendisine göre, şiirin çıkmazı, insanın ve toplumun çıkmazına bağlıdır. Çıkmaz iyidir,şiir kuşku vermelidir.

Onun şiirinde ‘serçenin kış günü yemi’, ‘ay ışığı penceresi’, ‘güzel insan sesi’, yorgan iğnesi’, ‘karanfil sapı’ gibi unutulmuş küçük ve güzel ayrıntılar yer bulur. Turgut Uyar’ın içinde hep bir ‘gitme’ isteği vardır. İçindeki gitme isteğini bir türlü yenememiş, bedeni buralarda kalsa da içten içe hep başka diyarlara gitmiştir. ‘hadi kalk tirenler kalkıyor / İzmirlere falan gidelim ‘, ‘kalayım kalayım diyorum olmuyor, ben gidiyorum’ örneklerinde gördüğümüz gibi.

Turgut Uyar’ın şiirlerinden kalbimize en çok tesir eden hisler bel ki de umutsuzluk ve yalnızlıktır. Edip Cansever’in Umutsuzlar Par kı’nın daimi bir üyesidir aslında Turgut Uyar. Umutsuzluğu iliklerine kadar hisseden şair ‘bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu’ illetine yakalanmıştır. Ondaki umut, eğreti bir umuttur. Zaman zaman bir sargın umut bulup onu kuşansa da genel olarak umutsuzluk ve çaresizlik yakasını bırakmaz. Belki de kalbimizin hızla gelişecek olması umutsuzluğu yenmemizi sağlayacaktır. ‘Acıya hep yer vardır’ onun hayatında ve ‘acının coğrafyasını’ karış karış bilir. Duygu dünyası öyle yüklüdür ki şairin gördüğü tüm ayrıntılar zihninde çağrışımlar yapar. En belirgin biçimde Geyikli Gece’de gördüğümüz şehirden doğaya kaçma isteğinin devamına diğer şiirlerinde de rastlarız. ‘şehir bir ihanet gibi karşımda/ ah tarlalar,tarlalar,tarlalar..’ dizelerinde şehir ihanetten daha kötü neye benzetilebilirdi ki?

Doğaya ve günlük hayata dair unsurları sever Turgut Uyar, bir serçenin, bir leyleğin hüznünü hisseder. Geçen mevsimler, aylar onda tarifsiz hatıralar bırakır. Gelecek olan yazı yadsır kimi zaman, tedirginlik duyar ondan; kimi zaman da bu sene iyi bir kış geçirdiğimize inandırmak ister bizi ancak kendisi de farkındadır bu kışın iyi geçmediğinin. Ay, gün isimleri çokça geçer şiirlerinde: ‘oh dünya biliyor musun , ağustos çok yakışıyor sana ‘,’en sevdiğim temmuzdu aylardan, hazirana benzediği için belki biraz .. ‘1968’de şiirlerini topladığı kitap ‘Her Pazartesi’ adını taşır. Zamana dair unsurlara çokça yer vermesi ömrünün bir tutanağını yaptığını hissettirir bize. Zaten ‘Büyük Saat’ ismiyle şiirlerini toplaması bu düşüncemize kanıt sağlayacak niteliktedir.

Tomris Uyar’ a ithaf ettiği ‘Kayayı Delen İncir’ (1982) ise aklımızda sürekli gezinen Turgut Uyar dizelerinin bir araya toplanmış hâlidir adeta. Bir nevi II.Yeni şairlerinin hayalindeki kadını -Tomris Uyar’ı- hayatına katarak bir zafer kazanmıştır Turgut Uyar. ‘biliyor musun aşk şiiri yazmaktan bıktım ‘ dese de hayatının ve şiirinin merkezindedir aşk. Umutsuzluklarını dağıtan temel gücün aşk olduğunu anlamak çok da zor değil . Yalnız oldukça hep sevgisini düşünür Turgut Uyar, çaresiz kaldıkça... Her eylül sonunda hatırladığımız, dillerimizde gezinen ‘eylül çekip gitti işte, ekim falan da gider bu gidişle‘ dizelerini içerisinde barındıran ‘Acıyor’ şiiri eylül ayının Uyar’da uyandırdığı hüznü okuyanlarda marşlaştırıyor.

Turgut Uyar çoğu zaman acıdan, ümitsizlikten bahsetse de inanır yine de güzel günlerin geleceğine . Kara gün kararıp gitmez çünkü. Umuda olan inancını ise şu dizelerde görüyoruz : ‘çünkü biraz sonra umut başlar, hergünkü başlar’. Yalnızlığın otuzbeşbin kemanla çalınan senfonisi inkar edilemez bir gerçektir ama yine de her gelen gün üşenmeden yeniler onu. Bezginliğin ne menem bir şey olduğunun farkındadır . Kendisini ise şöyle tanımlar: ‘korkusuz belki ama umutsuz değil ve uykusuz’.

Zor olsa da onu zihnimizde tam olarak yerine oturtmak için şunları söyleyebiliriz: Turgut Uyar’da umutla umutsuzluk, içindeki yalnızlık ve zihnindeki kalabalık hep bir aradadır. Bu zıtlıkların kafasında oluşturduğu gürültü şairi besler. II.Yeni’nin diğer şairleri ya doğrudan II.Yeni üslubuyla eser verirler -Cemal Süreya- gibi; ya da II.Yeni’den önce farklı üsluplarla yazdıkları şiirleri yok sayıp, şiire II.Yeni’den başlamak isterler. -Edip Cansever gibi.- Turgut Uyar ise Garip tesirinde sayabileceğimiz Arz-ı Hal ve Türki- yem’den sonra Dünyanın En Güzel Arabistanı ile II.Yeninin iskelet ve zihin yapısına bürünmüştür. Toplumu ve yeniliği asla görmezden gelmez çünkü şiir bir yaşama çabasıdır onun için. Şiiri hayattan ayrı düşünmez, hayatında olmayan birşeyi şiirine de almaz. İlk dönemde Orhan Veli etkisinin ve askerlik mesleğindeki gözlemlerinin sonucunda ele aldığı konular hayatında olduğu için şiirinde de var olmuştur. Yaşamını şiire göre değil de , şiiri yaşamına göre biçimlendirmiştir. Bu biçimlendirme sürecinden sonra Korkulu Ustalık’ına ulaşır. Onun teklemeden işleyen ‘Büyük Saat’i hayattır bir bakımadır ki içinde hayattaki herşeyden bir tutam bulunur.
“Ben hep sıkıntılıyım. Yani bir adamın canı sıkılır, o ben’im. Çünkü bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. Ben silahsız bir askerim de ondan. Törenler askeriyim ben. Cumartesi ve Pazar askeri. Aslında karışık bir şey, kime ne söylenebilir? Bir sıkıntıyı ısrarla büyüterek, asıl büyük sıkıntıya ısrarla giden tümün attığı çekirdek. Pis bir köleliğe ve sonsuz çılgınlığa varacak bir oluşumu sıkıntıyla bekleyen bölünmez Varlık’ın ben’i. Ondan severim sıkıntıyı. Sevincin o amansız, o aşağılayıcı bönlüğünden korur beni. Ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. Belki, söylenmemişin, yapılmamışın ve düzeltilmemişin telaşı içinde biraz. O kadar. Ve sıkıntılı. Ve sıkıntılı. İşte böyle başlıyordu heryerde mutsuzluk. Ve mutsuzluk büyük bir umut gibi çekiyor kendine beni. Değişiyorum ve çoğalıyorum gibi. Tek büyük doğrunun yarım dilimi o. Kim bilebilir işe yaramamanın değişmesini ha? Ha!... Cumartesi ve Pazar günlerinde. Yorgun, izinli ve silahsız bir asker. Sonra kim döneniyor ortalarda benden başka. Şiir yazdığım söyleniyor ortalarda. Değil. Ben, kutsal bir bahaneyim, belki de bir sığınağım kendime.” Turgut Uyar
Kafka Okur, Sayı 3, 2015
Ozan Kırıcı, Merve Nur Demirok 

Viewing all articles
Browse latest Browse all 344

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue