Edebi modernizm, geleneksel ilkeleri ve yapıları reddeden deneysel bir yazım yöntemidir ve böyle yaparak realizmin dünya tasvirine karşı çıkar. Modernistlerin bunu başarabilecekleri pek çok yol vardır; en dikkat çekeni dilin kullanımıyla, olay örgüsü yapısıyla ve anlatıcı bakış açısıyla deneme yoluyladır. Modernistler, geleneksel olarak bakış açısı ve çerçeveleme gibi arka plan işlevi gören unsurları, çalışmalarının öznesi yaparak dünya deneyimine odaklanırlar. Okuyucuda cevaptan çok soru üreten düzensizliğe ve kişisel tecrübelerin tutarsızlığına bir vurgu vardır. Modernistlerin birbirinden son derece farklı tarzda iki örneği: İngiliz romancı Virginia Woolf ve Alman dili yazarı Franz Kafka’dır. İki Dünya Savaşı arasında Woolf, Mrs. Dalloway, Deniz Feneri ve Orlando dâhil en çok tanınmış ve en iyi karşılanmış çalışmalarını üretti. Eşi Leonard Woolf’un da içinde olduğu, yazarlardan ve sanatçılardan oluşan entelektüel bir çevre olan Bloomsbury Grubuna dâhildi. Kafka, Almanca konuşan Yahudi orta sınıf bir ailede Prag’da doğmuştu ve işten arta kalan zamanda kısa hikâyelerini yazarken bir sigorta şirketinde çalışıyordu. İki yazarın da birbirinden farklı kurgusal deneme yöntemlerine rağmen ikisi de bir diğeri kadar yenilikçi ve devrimcidir.
Woolf’un ve Kafka’nın deneylemeye farklı yaklaşımları, kendi yazılarında başarmak istediklerinden büyük oranda etkilenmiştir. Woolf, günlüklerinde, yazmanın ailesinin ölümünü takiben uzun süredir ve derinden hissettiği şiddetli duyguyu dışa vurmak için kullanabildiği sağaltıcı bir çıkış olduğunu söyler. Bu duyguları ifade ederek onları sakinleştirebildi. Yine günlüklerinde Woolf, Deniz Feneri’ni oluşturduğu süreçte ilerlemesini engelleyen iki duygusal yıkım yaşadığını anlatır. Olumsuz dil, romanın içeriğinde önemli her sahnede merkezde bulunuyor ve olumsuzluk neredeyse tüm karakterlerin düşünce sürecinin arasına giriyor. Örneğin, Mrs. Ramsay bir düşünce zincirinde dört olumsuzluk kullanır: “…fakat görünüşten başka bir şey değil miydi? Veya arkasında yaşadığı ve bozmak için bir şey yapamadığı eşsiz güzellikten başka, hiçbir şey var mıydı?” Olumsuz dil kullanımı Woolf’un o zamanki akıl sağlığının yansıması görevi görebilir.
Woolf, akıl rahatsızlığından muzdarip, kendi hayal dünyasında bir mülteci olarak yaşarken, Kafka için yazmak, bir rahatlama yöntemi sunmuyor, daha ziyade kaygısını sürekli kılıyordu. Arkadaşı Max Brod’a yazdığı mektuplarda, mutsuzluğu bir ömür boyu tattığını ve kendisini yazmanın lanetinin, acısının ve utancının bir kurbanı olarak gördüğünü söyler. Çelişkili bir biçimde, bu yazma acısının üstesinden gelmenin tek yolunun yazmak olduğuna inanıyordu. Bu yüzden, yazarlığı mutsuzluğunun hem sebebi hem de sonucu olabilirdi. Kafka’nın yarattığı kurgusal dünya, onun yazı ve dil üzerine muğlâk ve çelişkili düşüncelerini kapsar.
Woolf’un ve Kafka’nın yazıları arasındaki en büyük farklardan biri, öyküleme yapılarıdır. Woolf, Deniz Feneri’nde ve Orlando’da zaman dağılımını deneysel olarak kullanır. Deniz Feneri, üç bölüme ayrılmıştır: ‘Pencere’, ‘Zaman Geçer’ ve ‘Deniz Feneri’. Birinci ve üçüncü bölümler bir günde geçerken, on yıllık süreci birkaç sayfaya sıkıştırdığı ortadaki bölümden daha çok yer kaplar. Bu orta bölüm, geleneksel olarak esas hikâye noktasını içerir. Mrs. Ramsay’in, Prue’nun ve Andrew’un ölümleri gibi anahtar olaylarla hikâyeyi bölmektense Woolf, onları parantez içine alarak önemsiz gösterir ve buna karşılık romanını bilinç anları etrafında inşa eder. Woolf, yazarlara bilince bağlı olay örüntüsünü, ne kadar bağlantısız ve uyumsuz gözükse de takip etmelerini önerir.
Benzer olarak Orlando’da da, belli bir kronolojik yapı yoktur. Tempo, Woolf belli çağlardan ve Orlando’nun yaşamındaki diğerlerinden daha öne çıkan deneyimlerinden örnek verdikçe çeşitlenir. Herbir yüzyıl geçişi, sistemli olarak ortaya çıkmaz; ama Orlando’nun değişimleriyle belirlenir. Roman, 16. yy.’da, Orlando genç bir asilzadeyken başlar. 17. yy.’da, Orlando bir büyükelçidir ve 18. ve 19. yy.’larda artık bir kadındır. Yine, Woolf, romanını dış etkenlere göre değil karakterinin içsel yolculuğuna göre yapılandırır.
Woolf’un anlatı yapısı gelişigüzelken, Kafka daha alışılagelmiş bir yöntem izler. Dava, Josef K.’nın doğum gününde başlayıp doğum gününde biten bir yıllık bir süreci içerir. İlginç olan, ilk birkaç bölümün kronolojik bir zaman belirteci ile başlamasıdır: “gelecek Pazar”, “gelecek hafta boyunca”, “ilerleyen birkaç günde” gibi zamanın ilerlemesini belirten; fakat roman devam ettikçe, her şey bitmeden önce, zaman belirteci muğlaklaşır: “bir öğlen” gibi. Bu tekniğin bir sonucu olarak, mahkeme sürecinde daha da kaybolup şaşırmışken, Kafka’nın hayali dünyasında zaman duygumuzu ve yönümüzü yitiririz.
Woolf ve Kafka’nın birbirinden ayrıldığı noktalardan başka biriyse özgün yazı tarzları ve araştırdıkları konuların farklılığıdır. Deniz Feneri’nde, Woolf, izlenimci olarak sunulan ‘bilinç akışı’ tekniğiyle ve karakter bakış açısında değişiklikle iç dünyaya odaklanır. Woolf, önemli olanın, buna isterseniz yaşam deyin isterseniz de ruh, bundan böyle geleneksel romanın kendisine uymayan cüppesinin içinde yer alamayacağını söyler. O, karakterin özünün ortaya çıkmasında önemli olduğunu ve açıkça, toplum önünde ifade edilenle çelişebileceğini öne sürdüğü kişisel düşünceye öncelik verir. Bunun bir örneği Deniz Feneri’ndeki öğle yemeği sırasındaki konuşmada her karakterin “balıkçı hakkında çileden çıkmış ve öfkeli oluşu”; yine de hepsinin içsel olarak “hiçbir şey” hissetmemesidir. Benzer olarak Orlando’da Woolf, biyografinin öğeleriyle oynayarak içsel keşfin bir insanın ruh halini deneysel kanıtlardan daha iyi nasıl yansıtabileceğini gösterir. Sanatçının yarattığı dünyanın daha nadir, daha yoğun ve insanların talep ettiği gerçek bilgiden daha bütün bir eser olduğunu ifade eder.
Dava’nın dış yüzeyinde gerçekçilik yatarken, Kafka, -Woolf gibi- insan varlığı ve mücadele üzerine keşfinde kelimelerin ifade ettiklerinin ötesine gitmeye
çalışır. Kafka’nın kurgusal dünyası, ne yazık ki, hayali bir niteliğe sahiptir ve kendi kuralları, ilkeleri ve davranış kuralları ile doludur. Okuyucu, kendisini müdahaleye zorlayan ama direnen üstü kapalı bir anlatım tarafından kurgusal dünyadan silinir. Kafka’nın bize sunduğu anlatımın gizemli biçemi, papazın Joseph K.’ya sunduğu kısa hikâyede somutlaşır. Okuyucu, Joseph K. ile birlikte, kısa hikâyenin bir ders değil, anlamına ulaşılamaz bir bilmece olduğunu keşfeder. Papazın, “Biri her şeyin doğru olduğuna inanmak zorunda değildir, sadece bunun gerekli olduğuna inanmalıdır.” özeti Kafka’nın Max Brod’a yazdığı kendi mektuplarının birindeki bir düşüncenin yansımasıdır: “Bence daha derin olan anlam, onun olmamasıdır.” Bu, Kafka’nın okuyucularını eserini okurken elinde tutmak için bir cesaretlendirme olabilir. Kafka, dünyayı yazılarında yaratıcı bir şekilde değiştirirken, onun gerçekliğini hiçlik seviyesine indirir.
Woolf ve Kafka, ikisi de dilin işlevi hakkında söz söylemek için kurgusal denemeyi kullanmışlardır. Dilin, şeffaflıktan ve tarafsızlıktan uzak olduğuna ve bunun sonucu olarak verilmek istenen esas anlamın özünü aktaramadığına inanırlar. Yine de bu düşünceyi birbirinden zıt şekilde ifade ederler. Woolf, anlamı elinde tutma mücadelesini Deniz Feneri’nde, Lily Briscoe’nun kendi sanat eserinde sürekli değişen bir dünyayı resmetme çabalarıyla sergiler. Lily, Mr. Bankes’in daha geleneksel görüşüne karşı koyan kendi görüşüyle boğuşur. Mr. Bankes, Lily’nin sanat eserinde bir ‘mor üçgen şekil’ görür ve Lily’nin, şeklin Mrs. Ramsay ve James olduğu açıklamasına şaşırır. Mr. Bankes için anne ve çocuk, “saygısızlık etmeden mor bir gölgeye” indirgenebilirdi. Anlamaya çalıştığı şey, Lily’nin tablo fikrinin temsili değil dönüşümsel olduğudur. Bu kavram, Woolf’un edebiyat düşüncesini yansıtır. İlginç bir şekilde, hem Woolf hem Kafka, dil aracılığıyla bir karakteri anlamanın imkânsız olduğunu göstermek için çelişkili ve doğası belirsiz karakterler yaratmışlardır. Woolf bunu, her karakterin hem kendisi hem de başkaları hakkında sahip olduğu çelişkili yargıları keşfederek gösterir.
Akşam yemeği konuşması esnasında, Lily, “hayatında gördüğü en itici insanlardan biri” olmasına rağmen Mr. Tansley’e karşı yumuşak ve “iyi” olmak için Mrs. Ramsay’den baskı hisseder. Bu da onu, Lily’nin onu asla tanıyamayacağı, Mr. Tansley’nin Lily’yi asla tanıyamayacağı ve insan ilişkilerinin kaçınılmaz olarak samimiyetsiz olduğunu düşünmeye iter. Okuyucu da hiçbir zaman karakterleri tanıyamaz. Bakış açısındaki geçişlerle, bir karakterin ve olayın birçok yoruma yol açan ve gerçek bir anlamı ortaya çıkarmayı imkânsız hale getiren farklı çeşitlemeleri ile karşılaşırlar.
Kafka’nın dili yorumlamaya yaklaşımı ise tam zıttır. Her karakterin boyutlarını ve karmaşalarını araştırmaktansa, onları öyle bir ayrıştırır ki kartondan siluetlere benzer şekilde insani niteliğinden ve özünden mahrum kalırlar. Dava’nın son paragrafında, okuyucunun katillere dair edindiği tek bilgi onların redingotlar içinde, solgun tenli ve şişman, silindir şapkalı iki beyefendi olduklarıdır. Hareketleri, birbirine benzer kuklalar gibi uyum içindedir ve sessiz dururlar, böylece gerçek insandansa bir taklit gibi görünürler. Josef K. onların gerçek kimliklerinin üzerine kafa yorarak "iki bitkin, yaşlı adam"dan "tenorlar"a ulaşır. Bu beyefendiler isimsiz ve yüzsüzdürler, tıpkı diğer ana karakterler gibi; avukat, hâkim ve müdür. Karakterler hakkında fikir sahibi olmak için okuyucu konuşmalara döner. Gelgelim Kafka, konuşmayı genellikle belli olmayan ve bu yüzden hikâyeyi zor hale getiren el kol hareketleri ile ikiye ayırarak anlamın önüne geçer. Bu, Joseph K., Frau Grubauch’u tutuklanışından bahsetmek için ziyaret ettiğinde görülür. Ciddi bir konuşma esnasında anlatım, zaman zaman K.’nın bir elini çorabına sakladığını belirtir. Anlamı açığa çıkarmaktansa, bu tuhaf el hareketi konuşmadan kopuktur ve anlamı bozar. Kafka için, jest, dilin gerçek sorununu temsil eder. Karakterlerin ayrışması ve jest kullanımı ile Kafka, kurgusal ve deneyimsel evren arasındaki geçişe direnir, böylece anlam aktarılamaz ve metin içinde saklı kalır.
Woolf ile Kafka’nın birbirleriyle çelişen yaklaşımları, birden fazla edebi modernizm olduğunu gösteriyor. Woolf, sıradan olanın ifade edilmeye değer olduğunun altını çizer, öte yandan Kafka, sıra dışını, okuyucudan çalınan bir dünyayı keşfeder. Woolf, yaşamı bilince yerleştirirken, Kafka karakterlerini böyle bir yaşamdan mahrum bırakır. Yine de, iki yazar da, edebiyat hakkında geleneksel fikirlere karşı çıkar ve kurgusal denemelerinde kendi yöntemleriyle başarılıdırlar.
Kafka Okur Dergi, 2. Sayı, 2014